Haritalar bize sabit sınırlar sunar; peki ya kâğıdın sessizliği sahadaki hareketliliği gizliyorsa? Roger Garaudy’nin “İsrail, Mitler ve Terör” adlı eserinde geçmişin kutsal metinleri, “Eretz Yisra’el” idealine dayandırılarak politik meşruiyet aracı haline gelir. Bu mitler, sınırları sadece coğrafi değil, ideolojik temeller üzerine taşır. 2000’lerin başında Garaudy, modern İsrail’in varoluş gerekçelerini “teolojik mitler”, “adalet ve anti-faşizm mitleri” gibi etiketlerle sorgular; bu kavramların muhalif görüşleri tarih dışı bırakan araçlar olduğunu savunur.
1947: Haritalar ve İlk Çelişki
BM’nin 1947’de sunduğu taksim planı (İlk görsel) tanınır sınırları çizmekle beraber Filistinlilerle Yahudiler arasındaki coğrafi dengeyi teoride korumayı amaçlıyordu. Fakat sahada, olaylar bu sınırların ötesinde gelişti; çoğunlukla “fiili durum” her şeyden önemli hale geldi.
1967: Stratejik Genişleme ve Belirsizleşme
Altı Gün Savaşı sonrası harita (ikinci görsel) fiili işgal sınırlarını gözler önüne seriyor. Bu dönemde İsrail, sadece toprak kazanmadı; “savunulabilir sınırlar” adına yeni bir jeopolitik norm oluşturdu . Washington da bu değişimin askeri değil diplomatik bir zorunluluk olduğunu savunarak tepki gösterdi .
Günümüzde Filistin: Harita Kendi Kendine Küçülüyor
Harita üçte görüldüğü gibi, Batı Şeria’da yerleşim yerleri ve güvenlik bariyerlerinin yaygınlaşması, Filistin topraklarının sınırlarını fiili olarak daraltıyor. Alıştığımız haritalar bile sahadaki durumu gerçekçi yansıtmakta yetersiz kalıyor.
Strateji, Kontrol, ve “Kontrollü Kaos”
Paul Henke’nin “Terör Oyunları – Büyük İsrail Operasyonu” romanı (bir kurgu olsa da) bize stratejiyle ilişkisini hatırlatır: teknolojik üstünlük, provokasyon senaryoları ve çatışmalarla “yeni haritalar” yaratma arzusunu sembolize eder.
Uluslararası Hukuk ve Sessiz Seyirci
BM 242 sayılı karar, açıkça İsrail’in işgal ettiği bölgelerden çekilmesini öngörüyordu. Ancak bu karar hiçbir zaman fiilen uygulanmadı. ABD veto gücü, Avrupa’nın ise sınırlı tepkileri, “kurallar sadece diğerleri için” algısı yaratıyor. Bu da Garaudy’nin mitlere dayalı politik mazerete dair eleştirilerine güncel örnekler sunuyor.
Müphem Bir Harita mı, Yoksa Gerçek Bir Güç Dengesi mi?
Garaudy mitleri eleştirirken, alt metinde “gerçek tarih yerine kurgu inşa edilmesi” tehlikesine dikkat çeker. İsrail’in sınırları, sahadaki stratejik pozisyonlarla değişiyor; haritalar, gerçeği yalnızca yansıtmakla kalmıyor, bir anlamda yeniden yazıyor. Eğer “devlet” yalnızca toprak değil, aynı zamanda ideolojinin ve gücün ürünüyse; o zaman harita gerçekten neyi gösteriyor: yasal kabulü mü, yoksa fiili hâkimiyeti mi?
Dini Söylemin Siyasi Araç Haline Getirilmesi
İsrail’in Filistin topraklarına zorla yerleşme politikası, yalnızca askeri ve stratejik gerekçelerle değil, aynı zamanda dini metinlerden yapılan seçmeci alıntılarla meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Tevrat’ın belirli bölümlerinde geçen “vaat edilmiş topraklar” (Eretz Yisra’el) kavramı, modern siyaset sahnesinde tarihsel bir hak iddiası gibi sunuluyor. Ancak bu söylem, dini inançların ruhani anlamını aşarak politik bir silaha dönüşüyor. Roger Garaudy’nin vurguladığı gibi, kutsal metinler yalnızca maneviyatın değil, aynı zamanda “sınır genişletmenin” ideolojik aracı haline getiriliyor.
Zorla Yerleşim ve Demografik Dönüşüm
Batı Şeria’da ve Doğu Kudüs’te uygulanan yerleşim politikaları, uluslararası hukuka göre yasa dışı olmasına rağmen yıllardır sistematik biçimde sürdürülüyor. Filistinlilerin evleri yıkılıyor, araziler “devlet arazisi” ilan edilerek İsrailli yerleşimcilere tahsis ediliyor. Bu durum, yalnızca toprak kaybı değil, aynı zamanda demografik yapının kasten değiştirilmesi anlamına geliyor. Paul Henke’nin işaret ettiği “kontrollü kaos” stratejisi burada devreye giriyor: sürekli gerilim, bölgedeki Filistin nüfusunu göçe zorlayarak fiili sınır değişikliğini kolaylaştırıyor.
Zulüm ve Günlük Hayatta Baskı
Yerleşim politikası yalnızca toprak gaspıyla sınırlı değil; Filistin halkının günlük yaşamı da askeri kontrol noktaları, seyahat kısıtlamaları, ekonomik ambargolar ve su/enerji kaynaklarına erişim engelleriyle kuşatılmış durumda. Bu baskı mekanizması, halkı sindirmek ve direniş gücünü kırmak için kullanılıyor. Üstelik bu uygulamalar, çoğu zaman “güvenlik” bahanesiyle ve dini inançlardan türetilmiş “seçilmiş halk” söylemiyle gerekçelendiriliyor. Böylece hem yerel hem uluslararası kamuoyunda, zulüm meşru bir savunma gibi sunulmaya çalışılıyor.
1 yorum
Ortaçağ sanki. Sınırları sürekli değişen devlet mi olur? Devlet değil bu demek ki?