12 Eylül 1980 Askeri Darbesi, Türkiye’nin siyasi tarihindeki en derin dönemeçlerden biri olarak kabul edilir. Bu darbe, Türkiye’nin siyasi yapısını derinden sarsmış, toplumsal ve siyasal anlamda geniş çaplı bir travma yaratmıştır. Ancak, darbenin arkasındaki dinamikler hâlâ büyük bir gizem barındırmaktadır. Derin devlet yapıları, kontrgerilla faaliyetleri ve olası dış müdahaleler, özellikle ABD ve CIA ile bağlantılar üzerine yıllardır süregelen tartışmalar, 12 Eylül’ün sadece iç dinamiklerle açıklanamayacağını düşündürmektedir.
Darbe Öncesi Türkiye: Siyasi Kaos ve Kutuplaşma
1970’lerin sonuna doğru Türkiye, ciddi bir toplumsal ve siyasi bölünmenin içindeydi. Sağcı ve solcu gruplar arasındaki çatışmalar, neredeyse her gün kan dökülmesine neden oluyordu. Üniversitelerde, işçi hareketlerinde ve sokaklarda çatışmalar şiddetlenmişti. Bu dönemde ülke genelinde hem sağ hem de sol siyasi hareketler içinde yer alan grupların düzenlediği şiddet olayları, ülkeyi yönetilemez bir hale getirmişti. İstikrarsız hükümetler, ekonomik kriz ve toplumsal güvensizlik, darbenin zeminini hazırlayan unsurlar olarak görülüyordu.
Ancak bu kaotik ortamın sadece içsel dinamiklerle açıklanamayacağına dair önemli iddialar bulunmaktadır. Bu dönemde Türkiye’deki kaosun, askeri müdahale için bir bahane oluşturmak amacıyla bilinçli olarak körüklendiği, özellikle sağ ve sol çatışmalarının kışkırtıldığı düşünülmektedir. Birçok yazar, bu çatışmaların, derin devlet yapıları ve uluslararası çıkar odakları tarafından manipüle edildiğini öne sürmektedir.
Derin Devlet ve Kontrgerilla Faaliyetleri
Türkiye’deki “derin devlet” kavramı, devletin resmi yapıları dışında faaliyet gösteren, gizli bir güç odağını tanımlamaktadır. Bu yapı, özellikle askeri bürokrasi ve istihbarat teşkilatları içinde yer alan unsurlardan oluşur. Derin devletin, Türkiye’deki siyasi süreçleri kontrol etmek ve gerektiğinde müdahalelerde bulunmak amacıyla var olduğu yönündeki iddialar, Türkiye’nin tarihindeki birçok olayı açıklamaya çalışmıştır. 12 Eylül 1980 Darbesi de bu iddiaların merkezinde yer almaktadır.
1970’lerin sonlarından itibaren, özellikle sol hareketlere karşı sağcı grupların ve paramiliter güçlerin desteklenmesi, derin devletin kontrol ettiği bir strateji olarak görülmektedir. Kontrgerilla adı verilen bu yapı, 12 Eylül’e giden süreçte önemli bir rol oynamış olabilir. Kontrgerilla, Soğuk Savaş döneminde NATO’nun Gladio adlı gizli operasyonlarıyla ilişkilendirilmiştir. Bu yapılanma, özellikle komünist ve sol hareketlere karşı mücadele etmek için kullanılan bir paramiliter güç olarak faaliyet gösteriyordu.
Birçok araştırmacı ve yazar, kontrgerillanın Türkiye’de sağcı milliyetçi grupları destekleyerek sol hareketleri bastırmaya çalıştığını, bu sürecin sonunda ordunun müdahalesine zemin hazırlandığını öne sürmektedir. Bu anlamda, Türkiye’deki derin devlet yapılarının, darbeyi kaçınılmaz kılmak için iç çatışmaları kışkırttığı iddia edilmektedir.
ABD ve CIA Bağlantıları
12 Eylül Darbesi’nin en tartışmalı konularından biri, ABD ve CIA ile olan bağlantılardır. Soğuk Savaş’ın zirve döneminde, Türkiye, NATO’nun en önemli üyelerinden biri olarak Sovyetler Birliği’ne karşı Batı’nın ileri karakolu işlevini görmekteydi. ABD’nin, Türkiye’deki sol hareketlerin yükselmesinden duyduğu endişe, özellikle solcu sendikaların ve öğrenci hareketlerinin güç kazanmasıyla artmıştı. Darbe öncesi dönemde ABD’nin Türkiye’deki sağcı hareketleri destekleyerek, sol hareketlerin etkisini kırmayı amaçladığına dair birçok görüş ortaya atılmıştır.
Bu iddialara göre, ABD, Türkiye’deki sol hareketlerin Sovyet yanlısı olmasından çekinmiş ve Türkiye’nin Batı ittifakı içinde kalmasını sağlamak için askeri bir müdahaleyi desteklemiştir. Bu çerçevede, CIA’in Türkiye’deki sağcı grupları manipüle ederek, ülke genelindeki çatışmaları derinleştirdiği öne sürülmektedir. ABD’nin Türkiye’deki askeri vesayet sistemini desteklediği ve bu vesayet aracılığıyla ülkeyi Soğuk Savaş’taki stratejik rolüne uygun olarak şekillendirdiği savunulmaktadır.
Darbeden hemen sonra CIA Türkiye Masası Şefi Paul Henze’nin ABD Başkanı Jimmy Carter’a, “Bizim çocuklar başardı” (Our boys did it) dediği iddiası, darbenin CIA ile bağlantılı olduğuna dair en dikkat çekici kanıtlardan biri olarak gösterilmektedir. Henze bu sözleri yalanlasa da, bu iddia, Türkiye’deki derin devlet ve dış müdahale teorilerini güçlendirmiştir.
ABD’nin Müdahalesi ve Dış Dinamikler
ABD’nin Türkiye’deki çıkarları, yalnızca sol hareketlerin önlenmesiyle sınırlı değildi. Türkiye’nin NATO içindeki rolü, ABD için stratejik bir öneme sahipti. 1979’da İran İslam Devrimi’nin ardından, ABD Ortadoğu’daki müttefiklerinin azaldığı bir dönemde Türkiye’yi daha fazla kontrol altında tutma ihtiyacı hissetti. İran’daki devrim, Sovyetler Birliği’ne karşı Batı’nın etkisini zayıflatmıştı ve bu boşluğun Türkiye üzerinden doldurulması gerekiyordu.
Darbe öncesinde Türkiye’deki iç karışıklıklar, ABD’nin gözünde Türkiye’nin kontrol edilemez bir hale gelmesine neden oluyordu. Bu yüzden askeri müdahale, Türkiye’deki Batı yanlısı düzenin yeniden sağlanması ve ülkenin Batı ittifakı içindeki yerinin pekiştirilmesi için bir araç olarak görülmüş olabilir. Darbe sonrasında Türkiye, ABD’nin desteğiyle hızlı bir şekilde yeniden yapılandırıldı ve 12 Eylül Anayasası, askeri vesayet sistemini kurumsallaştırdı.
Darbenin Toplumsal ve Siyasi Sonuçları
12 Eylül Darbesi, Türkiye’de demokrasiye büyük bir darbe vurdu. Darbeden sonra tüm siyasi partiler kapatıldı, binlerce kişi tutuklandı, işkence gördü ve idam edildi. 1982 Anayasası, darbenin getirdiği otoriter düzeni pekiştirdi ve Türkiye’deki demokratik süreçlerin zayıflamasına yol açtı. Darbe, Türkiye’de askeri vesayet rejimini güçlendirirken, toplumda derin yaralar açtı ve siyasal kutuplaşmayı kalıcı hale getirdi.
Darbeyi destekleyen iç ve dış aktörlerin Türkiye üzerindeki etkisi, uzun yıllar boyunca hissedilmeye devam etti. Derin devlet yapılarının darbe sürecindeki rolü ve dış müdahale iddiaları, Türkiye’de demokrasinin gelişimine engel olan unsurlar olarak görüldü. Bu yapılar, Türkiye’nin siyasi sistemini manipüle etmeye devam etti ve askeri vesayet sistemi darbe sonrası dönemde bile etkisini sürdürdü.
Belgeler ve Deliller
12 Eylül Darbesi’ne dair birçok belge ve kanıt, darbenin sadece Türkiye’nin iç dinamikleriyle açıklanamayacağını, dış müdahalelerin de etkili olduğunu göstermektedir:
Paul Henze’nin Sözleri: CIA Türkiye Masası Şefi Paul Henze’nin, “Bizim çocuklar başardı” ifadesi, ABD’nin darbedeki rolüne dair önemli bir kanıt olarak kabul edilmektedir. Bu ifade, darbenin uluslararası güçler tarafından desteklendiği iddiasını güçlendirmiştir.
CIA Belgeleri: ABD arşivlerinde bulunan bazı belgeler, Türkiye’deki sol hareketlerin ABD çıkarlarına tehdit olarak görüldüğünü ve ABD’nin bu hareketleri bastırmak amacıyla darbe sürecini desteklediğini göstermektedir.
Gladio ve Kontrgerilla: NATO’nun Gladio operasyonları, birçok ülkede darbe ve siyasi müdahalelerde kullanılmıştır. Türkiye’deki kontrgerilla yapılanması, Gladio ile ilişkilendirilmiş ve 12 Eylül Darbesi’ne giden süreçte rol oynadığı düşünülmüştür.
1982 Anayasası: Darbe sonrası hazırlanan anayasa, askeri vesayeti kurumsallaştırmış ve Türkiye’deki demokratik süreçleri kesintiye uğratmıştır.
12 Eylül 1980 Darbesi, Türkiye’nin siyasal ve toplumsal yapısında derin izler bırakmıştır. Darbenin arkasında yalnızca iç dinamiklerin değil, derin devlet yapıları, kontrgerilla ve dış güçlerin de etkili olduğu yönündeki iddialar hâlâ güçlüdür. Özellikle ABD’nin ve CIA’in darbeyi desteklediği, Türkiye’deki sol hareketlerin bastırılması ve Batı ittifakının korunması amacıyla bu müdahalelere göz yumduğu düşünülmektedir. Darbenin yarattığı travma ve siyasal sonuçlar, Türkiye’nin demokrasiye geçiş sürecini on yıllar boyunca etkiledi ve askeri vesayet rejimi uzun yıllar boyunca varlığını sürdürdü.
12 Eylül 1980 Askeri Darbesi sonrasında, Türkiye’de geniş çaplı bir baskı ve sindirme politikası uygulandı. Darbe sonrası dönemde binlerce kişi gözaltına alındı, tutuklandı, işkence gördü ve bazıları idam edildi. Özellikle sol görüşlü siyasi aktivistler, sendikacılar, öğrenci liderleri ve Kürt hareketine mensup kişiler hedef alındı. İşkence ve idamlar darbe döneminin en karanlık yanlarından birini oluşturdu.
12 Eylül Darbesi Sonrasında Hapis Yatanlar ve İşkence Görenler
12 Eylül 1980 Darbesi’nin ardından 650.000 kişi gözaltına alındı ve bunların önemli bir kısmı hapishanelerde ağır işkencelere maruz kaldı. Darbe yönetimi, özellikle sol görüşlü bireyleri ve Kürt hareketine mensup olanları hedef aldı.
Hapiste İşkence Görenler
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan: Bu üç genç devrimci, aslında 12 Eylül darbesinden önce, 6 Mayıs 1972’de idam edildi, ancak onların idamı, darbe sürecinde devrimci hareketlere karşı yürütülen baskıların bir sembolü olarak hatırlanır. Darbeden önce yaşanan devrimci hareketler, askeri müdahaleye giden yolu açan önemli faktörlerden biriydi.
Mamak ve Diyarbakır Cezaevleri: Bu iki cezaevi, işkencelerin en yoğun olduğu yerler olarak bilinir. Mamak Cezaevi’nde özellikle sol görüşlü tutuklular ve öğrenci liderleri ağır işkencelerden geçti. Diyarbakır Cezaevi ise Kürt siyasi hareketi mensuplarına yapılan vahşi işkencelerle bilinir. Bu cezaevlerinde tutuklulara yapılan işkenceler, psikolojik baskılar, cinsel saldırılar ve fiziki şiddet 12 Eylül döneminin en karanlık yönlerinden biridir.
Tayfun Mater: İşkence mağdurları arasında tanınan bir isim olan Tayfun Mater, gözaltında ağır işkencelere maruz kalan bir solcu aktivistti. İşkencelerin etkisiyle sağlık sorunları yaşamaya başladı.
İlhan Erdost: 12 Eylül döneminde tutuklanan ve işkence sonucu öldürülen ünlü solcu yayınevi sahibi İlhan Erdost, Mamak Cezaevi’nde askerler tarafından dövülerek öldürüldü. Bu olay, darbe dönemindeki işkencelerin vahşetini gözler önüne sermesi açısından önemli bir yere sahiptir.
Seyhan Doğan: Sol örgütlerle bağlantılı olduğu iddiasıyla gözaltına alınan Doğan, Diyarbakır Cezaevi’nde ağır işkencelere maruz kaldı ve 1981 yılında işkenceler sonucu hayatını kaybetti.
Erhan Gülmüş ve Ali Ekber Yürek: 1982 yılında gözaltında işkenceye dayanamayarak yaşamını yitiren iki devrimciydi. İşkenceleri sonucu yaşamlarını kaybeden pek çok kişi gibi, onların da ölümleri Türkiye’deki insan hakları ihlallerinin simgeleri oldu.
12 Eylül Darbesi Sonrasında İdam Edilenler
12 Eylül Darbesi sonrasında, askeri yönetim, idam cezasını yoğun bir şekilde kullanarak gözdağı verdi. Darbe sonrası askeri yönetim tarafından 517 kişi idam cezasına çarptırıldı. Bunlardan 50’si idam edildi. İdam edilenler arasında hem sağ hem de sol görüşlü bireyler vardı.
İdam Edilen Sol Görüşlü Siyasi Mahkumlar
Necdet Adalı: 22 yaşında solcu bir devrimciydi. 12 Eylül darbesinin ardından, 7 Ekim 1980’de idam edildi. Adalı’nın idamı, askeri rejimin sol hareketlere karşı sert bir mesaj vermesinin sembollerinden biri oldu.
Veysel Güney: 1947 doğumlu bir solcu militan olan Veysel Güney, 12 Eylül rejimi tarafından ölüm cezasına çarptırıldı ve idam edildi. Güney’in cesedi hala kayıptır ve gömüldüğü yer bilinmemektedir.
Erdal Eren: 17 yaşında, devrimci bir genç olan Erdal Eren, 13 Aralık 1980’de idam edildi. Henüz reşit olmayan Eren’in idam edilmesi, darbe yönetiminin genç devrimcilere karşı ne kadar sert bir tutum izlediğinin göstergesi oldu. Eren’in davasında işkence ile alınmış ifadeler ve hukuki usulsüzlükler tartışma konusu olmuştur.
İdam Edilen Sağ Görüşlü Siyasi Mahkumlar
Mustafa Pehlivanoğlu: Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) üyesi olan Pehlivanoğlu, darbe sonrasında sol bir örgüte üye olmak suçundan idam edilen sağcı isimlerden biridir. 7 Ekim 1980’de idam edilmiştir. Pehlivanoğlu’nun son mektubu, idamların ne kadar acımasız olduğunu gözler önüne seren belgelerden biri olarak hatırlanmaktadır.
Fikri Arıkan: 1981 yılında sağ görüşlü bir militan olarak idam edilen Arıkan, Pehlivanoğlu gibi ülkücü harekete mensuptu ve askeri yönetim, sağ ve sol grupları dengeli bir şekilde bastırdığını göstermek amacıyla her iki kesimden de idamlar gerçekleştirdi.
Diğer İdamlar
12 Eylül sonrası dönemde, hem sağ hem de sol görüşlü bireylerin idam edilmesi, askeri yönetimin topluma gözdağı vermek amacıyla uyguladığı bir politikaydı. Bu dönemdeki idamların çoğu, işkenceyle alınmış ifadeler ve adil yargılanma hakkının ihlali gibi ciddi insan hakları ihlallerini içeriyordu. İdam edilenler arasında, 12 Eylül yönetimine karşı ciddi bir muhalefet oluşturan devrimciler ve ülkücüler yer alıyordu.
Darbe Sonrası İnsan Hakları İhlalleri
12 Eylül Darbesi sonrasında Türkiye genelinde sistematik işkenceler uygulandı. Diyarbakır Cezaevi, bu işkencelerin en yoğun yaşandığı yerlerden biriydi ve buradaki işkenceler insanlık dışı boyutlara ulaştı. Özellikle Kürt hareketine mensup tutuklular, burada ağır işkencelere maruz kaldı. Diyarbakır Cezaevi, işkence, cinsel saldırı, dayak ve kötü muamele gibi korkunç uygulamalarıyla tarihe geçti.
İşkenceler, hem fiziksel hem de psikolojik olarak birçok insanı etkiledi. Gözaltında ya da cezaevinde işkence sonucu hayatını kaybedenler, darbe döneminin en acımasız yönünü ortaya koymaktadır. İnsan hakları örgütleri, 12 Eylül sonrasında Türkiye’de yaşanan sistematik işkenceleri belgeleyerek, uluslararası platformlarda dile getirmiştir.
12 Eylül 1980 Darbesi, Türkiye tarihinde sadece siyasi ve sosyal anlamda değil, insan hakları açısından da büyük bir travma yarattı. Darbe sonrasında yüz binlerce insan gözaltına alındı, binlerce kişi işkenceye maruz kaldı ve 50 kişi idam edildi. Bu dönemde, özellikle Diyarbakır ve Mamak cezaevleri, işkencelerin merkezi haline geldi. İdam edilenler ve işkence görenler, darbe yönetiminin acımasız yüzünü simgelerken, Türkiye’nin siyasi ve toplumsal yapısında onarılamaz yaralar açıldı. 12 Eylül Darbesi’nin sonuçları, Türkiye’de demokrasiye geçiş sürecini onlarca yıl boyunca etkilemeye devam etti ve askeri vesayetin uzun yıllar süren etkisini sürdürdü.
Muhsin Yazıcıoğlu, 12 Eylül 1980 Darbesi’nde tutuklanan ve uzun süre hapiste kalan önemli bir siyasi figürdür. Yazıcıoğlu, Türk milliyetçisi ve sağ görüşlü bir lider olarak Ülkücü Hareket içinde yer almış, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ile bağlantılı olarak hareket etmiştir. Darbe sonrasında ülkücü hareketin birçok lideri ve üyesi gibi, o da gözaltına alınmış ve işkence görmüştür.
Muhsin Yazıcıoğlu, 12 Eylül 1980 öncesinde MHP’nin gençlik yapılanması olan Ülkü Ocakları’nın önemli isimlerinden biriydi. Türkiye’nin siyasi olarak kutuplaştığı 1970’li yıllarda sağ-sol çatışmalarında Ülkücü Hareket’in lider kadroları arasında yer aldı. Yazıcıoğlu, milliyetçi ideolojiye sıkı sıkıya bağlıydı ve ülkücü hareketin birçok genç üyesi gibi sol hareketlerle olan çatışmalarda aktif rol oynadı.
Darbe sonrasında sağ ve sol siyasi grupların büyük çoğunluğu gibi Ülkücü Hareket’in liderleri ve üyeleri de darbeciler tarafından hedef alındı. Muhsin Yazıcıoğlu, bu süreçte diğer sağcı liderler gibi gözaltına alındı, tutuklandı ve uzun süre cezaevinde kaldı. Darbe sonrasında ülkücülere yönelik baskılar, sol hareketlere yönelik baskılar kadar yoğundu.
Yazıcıoğlu, 12 Eylül sonrasında yaşadıklarını birçok kez dile getirmiştir. Tutuklu kaldığı dönemde ağır işkencelere maruz kaldığını söyleyen Yazıcıoğlu, darbeci rejimin sağ ve sol görüşlü herkesi sistematik bir şekilde sindirdiğini vurgulamıştır. Cezaevinde kaldığı dönemde maruz kaldığı kötü muamele, onun darbeci rejime karşı olan duruşunu daha da sertleştirmiştir.
Cezaevi ve İşkenceler
Yazıcıoğlu, 12 Eylül sonrasında yaklaşık 7 yıl hapis yattı. Bu süre zarfında hem fiziksel hem de psikolojik işkencelere maruz kaldı. Tutuklandığı ilk andan itibaren darbeci askerlerin sert baskısı altında kaldığını ve ülkücülere yönelik büyük bir zulmün uygulandığını birçok kez dile getirdi. Yazıcıoğlu, cezaevinde kaldığı dönemde yaşadığı işkencelerin kendisini daha da güçlendirdiğini ve siyasi mücadelesine olan inancını artırdığını belirtmiştir.
Özellikle Mamak Cezaevi’nde kaldığı süre boyunca yaşadığı işkenceler, onun siyasi hayatında derin izler bırakmıştır. İşkence mağduru olarak, darbeden sonraki yıllarda bu konuyu sık sık gündeme getirmiştir. Darbecilerin ülkücülere yönelik baskılarının sadece fiziksel olmadığını, psikolojik baskılar ve aşağılayıcı muamelelerin de yaygın olduğunu dile getirmiştir.
Muhsin Yazıcıoğlu’nun Siyasi Hayatı ve 12 Eylül Sonrası Duruşu
Muhsin Yazıcıoğlu, 12 Eylül Darbesi’nin ardından yaşadığı hapis sürecinin bitmesiyle birlikte aktif siyaset hayatına geri döndü. Ancak MHP ile yollarını ayırarak, 1993 yılında Büyük Birlik Partisi’ni (BBP) kurdu. BBP, milliyetçi ve muhafazakar çizgide bir parti olarak ortaya çıktı ve Yazıcıoğlu, partinin kurucusu ve lideri olarak siyasi mücadelesine devam etti.
Yazıcıoğlu’nun 12 Eylül Darbesi’ne karşı duruşu netti. Darbenin yalnızca sol gruplara değil, sağcı gruplara da büyük zarar verdiğini ve Türk milletine yönelik büyük bir haksızlık olduğunu savundu. Darbeci rejime karşı daima eleştirel bir tutum sergiledi ve darbeci zihniyete karşı mücadelesini sürdürdü.
Muhsin Yazıcıoğlu, 12 Eylül darbesi döneminde hapis yatan, işkence gören ve uzun süre cezaevinde kalan önemli bir siyasi liderdi. Türk siyasetinde sağ kanadın önemli isimlerinden biri olarak hem darbe sürecine hem de sonrasındaki siyasi gelişmelere doğrudan tanıklık etmiş bir figürdü. 12 Eylül’ün yarattığı toplumsal ve siyasi travmaları en derinden yaşayan isimlerden biri olarak, darbeye ve askeri müdahalelere karşı daima sert bir duruş sergiledi. Hem siyasi kariyeri hem de trajik ölümü, Türkiye’de derin devlet, suikastlar ve askeri vesayet tartışmalarının odak noktalarından biri olmuştur.
Sürgün Edilen Siyasi Liderler: Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan, Alparslan Türkeş
Darbenin Ardından Ortaya Çıkan Rakamlar:
650 bin kişi gözaltına alındı.
210 bin kişiye dava açıldı.
230 bin kişi yargılandı.
7 bin kişi için idam cezası istendi.
517 kişi idam cezasına çarptırıldı.
50 kişi idam edildi.
171 kişinin işkenceyle öldüğü belgelendi.
14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı.
30 bin kişi “sakıncalı” olarak işinden ihraç edildi.
12 Eylül 1980 Darbesi sadece Türkiye’de değil, dünya genelinde de yankı bulmuş bir olaydı. Türkiye’nin stratejik konumu ve NATO içindeki kritik rolü nedeniyle, Batı Avrupa ülkeleri olan İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkeler bu olaya kayıtsız kalmadı. Özellikle Soğuk Savaş döneminde bu ülkeler, Türkiye’nin iç siyasi gelişmelerini yakından takip etti. Ancak bu ülkeler darbe konusunda doğrudan sert eleştirilerde bulunmaktan kaçındı; bunun yerine pragmatik ve stratejik çıkarlar doğrultusunda açıklamalarda bulundular. Batı Avrupa medyası ve bazı siyasi yazarlar ise darbe sürecini eleştiren görüşler dile getirdi.
İngiltere’nin 12 Eylül Darbesine Tepkisi
İngiltere, NATO müttefiki olan Türkiye’deki askeri darbeye karşı temkinli bir yaklaşım sergiledi. Dönemin İngiltere hükümeti, Türkiye’deki siyasi istikrarsızlığın Batı’nın çıkarlarını tehdit edeceğini düşündüğü için, darbeyi açık bir şekilde kınamaktan kaçındı. İngiltere, Türkiye’nin Batı ile olan ilişkilerinin korunmasını ve NATO içindeki rolünün devam etmesini istedi. Bu yüzden, kamuoyuna açık şekilde darbeyi eleştiren bir tutum almadı.
İngiltere’deki siyasi yazarlar ve basın, Türkiye’deki darbeyi daha çok insan hakları ihlalleri ve baskıcı uygulamalar açısından ele aldı. The Guardian ve The Times gibi gazetelerde yer alan bazı makaleler, Türkiye’deki askeri rejimin demokratik süreci kesintiye uğrattığını ve darbeyi insan hakları ihlalleriyle birlikte değerlendirdi. Ancak İngiliz hükümeti, resmi olarak bu eleştirilerden uzak durdu ve Türkiye’nin NATO’daki stratejik rolüne vurgu yaparak ilişkilerini sürdürdü.
Christopher Hitchens gibi siyasi yazarlar, Türkiye’deki askeri darbeyi insan hakları açısından eleştirirken, Batı’nın çıkarları doğrultusunda Türkiye’deki askeri rejime göz yumulduğunu öne sürdü. Hitchens, Batı’nın demokrasiye verdiği önemin bölgesel çıkarlar karşısında geri plana atıldığını sık sık dile getirmiştir.
Fransa’nın 12 Eylül Darbesine Tepkisi
Fransa, Türkiye’deki 12 Eylül Darbesi’ne karşı daha eleştirel bir duruş sergiledi. Fransız hükümeti, insan hakları ve demokratik değerler açısından darbeyi sorgulayan açıklamalar yaptı, ancak bu açıklamalar diplomatik sınırlarda kaldı. Fransa, darbenin ardından Türkiye’deki insan hakları ihlallerini gündeme getirirken, aynı zamanda Türkiye ile Batı arasındaki stratejik bağların korunmasını savundu. Fransa’nın bir yandan Türkiye’yi eleştiren bir duruş sergilerken, diğer yandan bu ülkenin Sovyetler Birliği’ne karşı Batı bloğundaki önemini göz ardı etmemesi, dikkat çekicidir.
Fransa’da birçok sol eğilimli siyasi yazar ve gazeteci, Türkiye’deki askeri darbeyi sert şekilde eleştirdi. Darbenin baskıcı rejimi ve işkence uygulamaları, özellikle Fransa’daki insan hakları savunucuları tarafından sık sık dile getirildi. Le Monde ve Libération gibi gazetelerde yayımlanan makalelerde, Türkiye’deki askeri yönetimin anti-demokratik uygulamaları kınandı ve Batı’nın bu duruma sessiz kalması eleştirildi.
Michel Foucault gibi düşünürler, askeri rejimlerin baskıcı uygulamalarını ele alırken, Türkiye’deki darbeyi de bu bağlamda değerlendirdi. Foucault, Batı’nın askeri yönetimlere karşı eleştirel olmaması ve stratejik çıkarları insan haklarının önüne koymasını sorgulayan yazılar yazdı.
Jean-Paul Sartre, askeri darbelere ve totaliter rejimlere karşı çıkan bir diğer önemli Fransız düşünürdü. Sartre’ın çizgisi doğrultusunda, darbenin anti-demokratik uygulamalarını eleştiren birçok Fransız yazar, Türkiye’deki darbeyi insan hakları bağlamında sorguladı.
Almanya’nın 12 Eylül Darbesine Tepkisi
Almanya, özellikle Batı Almanya (Federal Almanya Cumhuriyeti) döneminde, Türkiye ile olan ticari ve askeri ilişkilerine büyük önem verdi. Türkiye’deki iş gücü göçü ve ekonomik ilişkiler de Almanya’nın Türkiye’ye olan ilgisini artırıyordu. 12 Eylül Darbesi’ne karşı resmi olarak sert bir eleştiride bulunmadı, daha çok diplomatik ve temkinli bir dil kullandı. Türkiye’nin NATO’daki kilit rolü nedeniyle Almanya, darbeyi kınamak yerine, Türkiye’deki istikrarın sağlanması gerektiği yönünde açıklamalarda bulundu.
Almanya’da yaşayan Türk göçmenler ve sol görüşlü gruplar, 12 Eylül rejimine karşı büyük bir tepki gösterdi. Almanya’da Türkiye’deki askeri darbeye karşı protesto gösterileri düzenlendi. Özellikle Almanya’da örgütlenen Türk solcular, darbeyi protesto etmek için çeşitli kampanyalar düzenledi. Almanya’da darbeyi eleştiren bazı siyasi yazarlar ve gazeteciler, Türkiye’deki baskıcı rejimin Avrupa’nın demokratik değerlerine aykırı olduğunu savundular.
Der Spiegel ve Die Zeit gibi Almanya’nın önde gelen gazetelerinde Türkiye’deki darbe, baskıcı bir rejim olarak tanımlandı ve insan hakları ihlalleri sert bir dille eleştirildi.
Jürgen Habermas gibi Alman düşünürler, darbeyi anti-demokratik bir süreç olarak değerlendirdi. Habermas, darbelerin ve askeri müdahalelerin toplumsal sözleşme ve demokrasiye nasıl zarar verdiğini anlatan çalışmalarında Türkiye’deki 12 Eylül sürecine de değinmiştir.
Batı Avrupa ülkeleri, Türkiye’deki 12 Eylül Darbesi’ne karşı resmi olarak temkinli ve diplomatik bir tavır sergilediler. Türkiye’nin NATO’daki stratejik önemi ve Sovyetler Birliği’ne karşı Batı için kilit bir müttefik olması, bu ülkelerin darbe karşısında doğrudan bir eleştiri yapmaktan kaçınmasına neden oldu. İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkelerin hükümetleri, darbe sonrasındaki insan hakları ihlallerini kınamak yerine, Türkiye’deki istikrarın sağlanmasını ön plana çıkardılar.
Ancak, bu ülkelerdeki basın organları ve siyasi yazarlar, Türkiye’deki askeri darbeyi sert bir dille eleştirdi. İnsan hakları ihlalleri, işkenceler ve baskıcı yönetim, Batı Avrupa medyasında sık sık gündeme getirildi. Özellikle Fransa ve Almanya’daki sol eğilimli yazarlar, darbenin anti-demokratik uygulamalarını kınarken, Batı’nın Türkiye’deki bu duruma sessiz kalmasını eleştirdiler.
Bu ülkelerin resmi tutumları stratejik ilişkilere dayanırken, yazarlar ve gazeteciler daha eleştirel bir perspektif sundu. İnsan hakları ihlalleri ve askeri baskılar, Avrupa’da özellikle basın ve sol eğilimli entelektüellerin gündeminde önemli yer tuttu.
Müphem Sorular
12 Eylül 1980 Darbesi, Türkiye’de derin izler bırakan ve hâlâ aydınlatılamayan birçok yönüyle tartışılan bir olaydır. Darbenin hazırlık süreci, uygulama aşaması ve sonrasındaki olaylar, pek çok müphem (gizemli, belirsiz) soruya yol açmaktadır. İşte 1980 darbesiyle ilgili bazı müphem sorular:
12 Eylül Darbesi Gerçekten Kimler Tarafından Planlandı?
Darbenin arkasındaki gerçek organizatörler kimlerdi? Türkiye’deki askeri unsurlar mı yoksa uluslararası güçler mi daha etkiliydi? Askeri liderler mi tek başlarına hareket etti yoksa başka bir yapının yönlendirmesi mi söz konusuydu?
Darbenin Zeminini Kimler Hazırladı?
Darbeye giden süreçte ülkede yaşanan sağ-sol çatışmaları, terör eylemleri ve siyasi istikrarsızlık, askeri müdahaleyi meşru kılmak için mi bilerek artırıldı? Bu kaos ortamını kimler kontrol etti ve yönlendirdi?
ABD ve CIA’in Darbede Rolü Ne Kadardı?
ABD ve CIA, Türkiye’deki darbenin gerçekleşmesinde ne kadar etkiliydi? Paul Henze’nin “Bizim çocuklar başardı” ifadesi gerçek mi, yoksa bu söz bir komplo teorisinin parçası mı? CIA, Türkiye’deki iç karışıklıkları manipüle edip darbe için ortam mı hazırladı?
Kontrgerilla Yapıları Darbeye Nasıl Katkı Sağladı?
Türkiye’deki kontrgerilla ve derin devlet yapıları, darbeye giden süreçte nasıl bir rol oynadı? Kontrgerilla unsurları, sağ ve sol gruplar arasındaki çatışmaları kışkırtarak orduyu müdahale etmeye mi zorladı?
Siyasi Cinayetler ve Darbe Arasındaki İlişki Nedir?
12 Eylül öncesinde ve sonrasında işlenen siyasi cinayetler, darbenin önünü açmak veya darbe sonrasında muhalefeti susturmak için mi gerçekleştirildi? Bu cinayetlerin failleri neden hâlâ tam olarak aydınlatılamadı?
Darbe Sürecinde İşkence ve İdamlar Gerçekten Neden Gerçekleştirildi?
Darbe sonrası işkenceler ve idamlar, sadece suçluları cezalandırmak için mi, yoksa toplumu korkutmak ve sindirmek amacıyla mı uygulandı? 50 idam cezası gerçekten adaletin sağlanması için mi verildi, yoksa sembolik bir gözdağı mıydı?
12 Eylül Darbesi ile Derin Devlet İlişkisi Gerçekten Ne Kadar Güçlüydü?
12 Eylül Darbesi’ni gerçekleştiren askeri liderler ve darbeden sonra devleti yönetenler, Türkiye’deki derin devlet yapılarıyla nasıl bir ilişki içindeydi? Bu yapılar, darbe sürecinde ordunun kararlarını nasıl etkiledi?
Darbe Gerçekten Bir İç Dinamik mi Yoksa Dış Müdahale mi Sonucuydu?
Darbenin gerçekleşmesinde Türkiye’nin iç dinamikleri mi belirleyici oldu, yoksa dış güçler tarafından kışkırtılan bir süreç mi yaşandı? Dış güçlerin darbedeki gerçek rolü neydi? Özellikle NATO, ABD ve Avrupa’nın bu süreçteki etkisi ne kadar büyük oldu?
Darbenin Ekonomik Yönü: Ekonomik İstikrarsızlık mı, Müdahale mi?
12 Eylül öncesinde Türkiye’de yaşanan ekonomik krizler, darbenin bir sonucu muydu yoksa darbenin gerçekleşmesi için kurgulanmış bir süreç miydi? 24 Ocak Kararları ve Turgut Özal’ın ekonomik politikaları, darbeden önce planlanmış bir yeniden yapılanma mıydı?
Siyasi Partilerin Kapatılması Gerçekten Gerekli miydi?
Darbe sonrası tüm siyasi partilerin kapatılması, demokratik süreci tamamen durdurmak için mi yapıldı? Bu hamle, siyasi partilerin yeniden yapılanmasını engelleyerek askeri vesayeti kalıcı hale getirmek amacı mı taşıyordu?
1982 Anayasası Askeri Vesayeti Nasıl Kalıcı Hale Getirdi?
Darbe sonrasında hazırlanan 1982 Anayasası, Türkiye’de askeri vesayeti kurumsallaştırmak için mi oluşturuldu? Anayasanın hazırlanma sürecinde, demokratikleşmenin önünün kapatılması amaçlandı mı?
12 Eylül Darbesi İle İlgili Belgeler Neden Gizli Tutuluyor?
Darbe süreciyle ilgili birçok belge hâlâ gizli tutuluyor veya erişime kapalı. Bu belgelerin açıklanmaması, darbenin arkasındaki güçlerin gizlenmesi için mi yapılıyor? Gerçek faillerin ortaya çıkmasını engellemek için mi bu belgeler gizleniyor?
Uluslararası Güçler ve Türkiye’nin Geleceği Üzerindeki Planları Ne Kadardı?
Darbe sonrası Türkiye’nin uluslararası rolü nasıl şekillendirildi? NATO ve ABD, Türkiye’nin iç politikasını ve askeri yapısını şekillendirmeye yönelik ne tür planlar yaptı? Darbe, Türkiye’yi Batı ittifakı içinde tutmak için mi gerçekleştirildi?
Siyasi Mahkumların Serbest Bırakılmasındaki Gecikme Neden Oldu?
Darbe sonrasında tutuklanan binlerce siyasi mahkum, uzun süre hapishanelerde kaldı ve çoğu işkence gördü. Peki, siyasi mahkumların serbest bırakılmasının gecikmesinin ardında nasıl bir strateji vardı? Toplumu tamamen sindirene kadar bu tutuklamalar neden devam ettirildi?
Darbe Sonrası Muhalefetin Sessizliği Neden Bu Kadar Uzundu?
Darbe sonrasında, muhalif siyasi figürlerin ve partilerin yeniden toparlanması neden bu kadar uzun sürdü? Siyasi partilerin yeniden yapılanmasına dair engeller, askeri yönetimin stratejik bir hamlesi miydi?
Bu sorular, 12 Eylül 1980 Darbesi’nin müphem yönlerini irdeleyen önemli konuların sadece birkaçıdır. Darbenin ardındaki derin devlet yapıları, uluslararası müdahale iddiaları, işkence ve idamlar, belgelere ulaşma zorlukları gibi unsurlar, darbenin karanlık yüzünün hâlâ tam olarak açığa çıkarılamamasına neden oluyor. Bu müphem sorular, darbenin arkasındaki gizli güçlerin ve olayların daha fazla incelenmesine ihtiyaç olduğunu göstermektedir.